Çocukluğumda izlediğim Amerikan filmleri zihnimde hâlâ yerli yerinde duruyor. Geniş caddeler, yüksek binalar, bitmeyen kovalamacalar, patlayan arabalar. 

Kamera her zaman hareket hâlinde, hikâye hep daha fazlasını vaat ediyor. Aynı yıllarda izlediğim Yeşilçam filmleri ise başka bir köşede duruyor zihnimde: dar sokaklar, tanıdık evler, aynı yüzler, benzer hikâyeler.

Bu iki sinema geleneği arasındaki fark yalnızca bütçe farkı değil. Asıl fark, sinemaya yüklenen anlam ve sinemanın hangi ihtiyaca cevap verdiğiyle ilgili.

Hollywood ile Yeşilçam Arasında Bir Medeniyet Farkı

Hollywood daha en başından sinemayı bir endüstri, bir güç gösterisi ve bir hikâye ihraç aracı olarak gördü. 

Amerikan filmleri yalnızca eğlendirmedi; Amerikan yaşam tarzını, değerlerini, hayallerini de paketleyip dünyaya sundu. 

İyi adamlar Amerikalıydı, kurtarıcı Amerikalıydı, gelecek Amerikalıydı. Sinema, Amerika için bir vitrin değil; doğrudan bir propaganda ve inşa aracıydı.

Yeşilçam ise böyle bir lükse sahip değildi. Ne sermayesi vardı ne de küresel bir iddiası. Daha doğrusu, sinemayı bir dünya anlatısı kurmak için değil, hayatta kalmak için yaptı. 

Film çekmek bir idealden çok, bir zorunluluktu. Yapımcı para kazanmak zorundaydı, oyuncu geçinmek zorundaydı, seyirci de kendinden bir parça görmek istiyordu.

Bu yüzden Yeşilçam’ın sineması gösterişli değil samimiydi. Teknik olarak zayıftı ama duygusal olarak güçlüydü. Aynı jön, aynı aktris, benzer senaryolar.

Evet. Ama bu tekrar, bir tembellikten çok bir toplumsal aynaydı. Fakir ama onurlu adam, zengin ama kötü patron, masum kız, fedakâr anne. Bunlar klişe değil, dönemin gerçekliğiydi.

Hollywood geleceği anlatıyordu; Yeşilçam bugünü.

Hollywood olmak istediğimiz insanı gösteriyordu; Yeşilçam olduğumuz insanı.

Amerikan sinemasında birey ön plandaydı; kahraman tek başına dünyayı kurtarırdı. Yeşilçam’da ise aile vardı, mahalle vardı, komşu vardı. 

Çünkü bu toplum birey olmayı değil, bir arada kalmayı öğrenmişti. Bu yüzden Yeşilçam filmleri büyük laflar etmezdi ama küçük acıları çok iyi bilirdi.

Bugün geriye dönüp baktığımızda Yeşilçam’ı kısıtlı diye küçümsemek kolay. Oysa asıl mesele şudur:

Yeşilçam, imkânsızlıklar içinde kendisi olarak kalmayı başardı. Hollywood ise imkânları sayesinde dünyayı kendisine benzetti.

Belki bu yüzden Amerikan filmleri bizi hayran bırakır ama Yeşilçam filmleri içimizi acıtır. Biri gözümüzü kamaştırır, diğeri kalbimizi yakalar. 

Ve insan, büyüdükçe fark eder: Sinema yalnızca büyük bütçelerle değil, hangi hikâyeyi neden anlattığınızla ilgilidir.